AL-İ İMRAN 128 / 129 |
لَيْسَ
لَكَ مِنَ
الأَمْرِ
شَيْءٌ أَوْ
يَتُوبَ
عَلَيْهِمْ
أَوْ
يُعَذَّبَهُمْ
فَإِنَّهُمْ
ظَالِمُونَ {128} وَلِلّهِ
مَا فِي
السَّمَاوَاتِ
وَمَا فِي الأَرْضِ
يَغْفِرُ
لِمَن
يَشَاءُ وَيُعَذِّبُ
مَن يَشَاءُ
وَاللّهُ
غَفُورٌ
رَّحِيمٌ {129} |
128.
Elinde emirden birşey yok. Allah ya onların tevbesini kabul eder, ya da zalim.
oldukları için onları azaplandırır.
129. Göklerde
ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Dilediğini bağışlar ve dilediğine azap
eder; Allah Gafür'dur, Rahim'dir.
Bu buyruklara dair
açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız:
1- Ayetin Nüzul Sebebi ve Peygamber'in
Kavmine Bedduası:
2- Sabah Namazında Kunut:
3- Sabah Namazında ve Diğer Namazlarda
Kunut ile ilgili Görüşler:
1- Ayetin Nüzul Sebebi
ve Peygamber'in Kavmine Bedduası:
Müslim'in Sahih'inde
sabit olduğuna göre, Peygamber (s.a.v.)'ın Uhud günü ön dişi kırılmış, başı yaralanmıştı.
Bunun üzerine akan kanlarını silmeye ve şöyle demeye koyulmuştu: Peygamberleri
kavmini Yüce Allah'a davet edip durduğu halde, Peygamberlerinin başını
yaralayan ve dişini kıran bir kavim nasıl felah bulabilir!" Bunun üzerine
Yüce Allah: "Elinde emirden birşeyyok" buyruğunu indirdi.
ed-Dahhak der ki:
Peygamber (s.a.v.), müşriklere beddua etmek isteyince, Yüce Allah da:
"Elinde emirden birşey yok" buyruğunu indirdi.
Şöyle de denilmiştir:
Hz. Peygamber, toptan imha edilmeleri için beddua etmek üzere izin istedi.
Ancak, bu ayet-i kerime nazil olunca, onlardan bazılarının müslüman
olacaklarını anladı. Nitekim, aralarında Halid b. Velid, Amr b. el-As, İkrime
b. Ebi Cehil ve başkalarının bulunduğu pek çok kimse de onlardan iman etmiş
idi.
Tirmizi'nin de
rivayetine göre İbn Ömer şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) dört kişiye beddua
ediyordu. Şanı Yüce Allah: "Elinde emirden birşeyyok" buyruğunu
indirdi. Allah onları İslam'a hidayet etti. (Tirmizi) der ki: Bu, hasen, ğarip,
sahih bir hadistir.
Yüce Allah'ın: "Ya
onların tevbesini kabul eder" anlamındaki buyruğun: "Küfe sapanların
bir kısmını kessin''buyruğuna atfedildiği söylenmiştir. Yani, Yüce Allah, ya
küfre sapanların bir kısmını kessin yahut bozguna uğratmakla onları kedere boğsun
yahut onların bir kısmının tevbelerini kabul etsin, ya da bir kısmını
azaplandırsın, demektir. "Ya, yahut, veya" edatı, (...): Ta ki; ve
(...) ancak ... sa, anlamında olur. Nitekim şair İmruu'l-Kays bu şekilde bu
edatı şöylece kullanmıştır: "Yahut da (ta ki) ölelim de mazur
görülelim."
İlim adamlarımız der ki:
Hz. Peygamber'in: "Peygamberlerinin başını yaralayan bir kavim nasıl iflah
olabilir!" şeklindeki sözü, kendisine böyle bir şeyi yapanların hidayete
muvaffak kılınmalarını uzak gördüğünü ortaya koymakla birlikte, Yüce Allah'ın:
"Elinde emirden bir şeyyok" buyruğu, onun uzak gördüğü şeyin yakın
bir ihtimal olduğunu ifade etmekte, müslüman olabilecekleri umudunu
aşılamaktadır. Hz. Peygamber'e bu hususta ümit verilince: "Allah'ım! Sen
benim kavmime mağfiret buyur, çünkü onlar bilmiyorlar" diye dua
buyurmuştur.
Nitekim Müslim'in
Sahih'inde İbn Mes'uddan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ben Resulullah
(s.a.v.)'ı, kavmi kendisini vurduğu için yüzünden akan kanları "Rabbim,
kavmime mağfiret buyur, çünkü onlar bilmiyorlar" diye silen
peygamberlerden bir peygamberin halini anlatırken görür gibiyim.
İlim adamlarımız derler
ki: İbn Mes'ud'un hadisinde anlatan kişi de, durumu nakledilen kişi de bizzat
Resulullah (s.a.v.)'ın kendisidir. Buna delil de Hz. Peygamber'in Uhud günü ön
dişi kırılıp yüzü yaralanınca, bu işin ashabına oldukça ağır gelmesi ve
onların: Keşke onlara beddua etsen, demeleri üzerine, Hz. Peygamber'in:
"Şüphesiz ki ben, lanet okuyan bir kişi olarak gönderilmedim. Aksine ben,
bir davetçi ve bir rahmet olmak üzere gönderildim. Allah'ım! Kavmime mağfiret
buyur. Çünkü onlar bilmezler" şeklinde açık ve sarih olarak gelen hadisi
buna delildir.
Sanki Hz. Peygambere, bu
husus, Uhud'daki bu durum vukua gelmeden önce vahiy ile bildirilmiş ve bu
peygamberin kimliği ona tayin edilmemiş gibidir. Bu durum kendi başına gelince,
naklettiğimiz bu hadisin delili ile kastedilenin kendisi olduğu ortaya çıkmış
oldu. Yine bunu, Hz. Ömer'in Hz. Peygambere söylediği şu söz de açıklamaktadır:
Anam-babam sana feda olsun Ey Allah'ın Rasülü, gerçekten Nuh, kavmine:
"Rabbim, yer yüzünde kafirlerden dönüp dolaşan bir kimse bırakma'' (Nuh,
26) diyerek beddua etmiştir. Sen de bize bu şekilde beddua edecek olursan kimse
kalmamak üzere toptan helak oluruz. Halbuki senin sırtına basıldı, yüzün
kanatıldı, ön dişin kırıldı. Bununla birlikte hayırdan başka bir şey söylemeyi
kabul etmeyerek: "Rabbim, kavmime mağfiret buyur Çünkü onlar bilmezler,
dedin."
Hz. Peygamber'in:
"Peygamberlerinin ön dişini kıran bir topluluğa, Allah, ileri derecede
gazab eder" şeklindeki ifadesinde kastedilen ise, bu işi fiilen yapan
kimsedir. Biz, bu kişinin adını bu konudaki farklı görüşlerle birlikte
zikretmiş bulunuyoruz. Durumun, özellikle bu işi yapana has olduğunu
söylememizin sebebi ise, Uhud'da bulunanlardan bir topluluğun İslam'a girmiş
olup bunların güzel bir şekilde İslam'a bağlanmış olmalarıdır.
2- Sabah Namazında
Kunut:
Kufeli ilim adamlarından
birisi, bu ayet-i kerimenin, Peygamber (s.a.v.)'ın, sabah namazının son
rekatinde rükudan sonra yaptığı kunütu nesh ettiğini iddia etmiş ve bu hususta
İbn Ömer'den gelen hadisi de delil göstermiştir. Buna göre İbn Ömer, Peygamber
(s.a.v.)'ı sabah namazının son rekatinde rükudan başını kaldırdıktan sonra
şöyle buyururken dinlemiş: "Allah'ım, Rabbimiz, sonunda da hamd yalnız
sanadır" dedikten sonra: "Allah'ım, filana ve filana lanet et"
demesi üzerine, şanı Yüce Allah da: "Elinde emirden birşeyyok. Allah, ya
onların tevbesini kabul eder, ya da zalim oldukları için onları
azaplandırır" ayetini indirdi. Bunu, Buhari rivayet etmiştir. Müslim de
bunu, Ebü Hureyre'den daha geniş olarak rivayet etmiştir
Ancak, bunda nesih
sözkonusu değildir. Şanı Yüce Allah bununla, elinde emirden birşeyolmadığına
dair Peygamber efendimizin dikkatini çekmekte ve onu uyarmaktadır. Gayba dair Allah'ın
kendisine bildirdiğinden başkasını bilemeyeceğini, işin bütünüyle Allah'a ait
olduğunu haber vermektedir. O, dilediği kimsenin tevbesini kabul eder, dilediği
kimseyi de acilen cezalandırır. İfadenin takdiri de şöyledir: Emirden elinde
bir şey yok. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi, ne senin, ne onların; yalnız
Allah'ındır. O, dilediğine mağfiret eder, dilediğinin de tevbesini kabul eder.
Buna göre nesih diye bir şey sözkonusu değildir. Doğrusunu en iyi bilen de
Allah'tır.
Yüce Allah'ın: "Elinde
emirden bir şeyyok" buyruğu her bir işin Allah'ın kaza ve kaderiyle
olduğunu açıkça ortaya koymakta, böylelikle Kaderiye'nin ve onlardan
başkalarının görüşleri de reddolunmaktadır.
3- Sabah Namazında ve
Diğer Namazlarda Kunut ile ilgili Görüşler:
İlim adamları, sabah
namazında ve diğer namazlarda kunut hakkında farklı görüşlere sahiptirler.
Kufeliler, sabah namazında olsun, diğer (farz) namazlarda olsun kunut yapmayı
kabul etmezler. Leys, Malik'in arkadaşı olan Yahya b. Yahya el-Leysi
el-Endenlüsi'nin görüşü de budur, Şa'bi de bunu kabul etmez. Muvatta'da İbn
Ömer'den nakledildiğine göre o, hiçbir namazda kunut yapmazdı.
Nesai'de de şu rivayet
vardır: Bize Kuteybe, Halef'ten haber verdi. O, Ebu Malik el-Eşcai'den, o,
babasından dedi ki: Ben, Peygamber (s.a.v.)'ın arkasında namaz kıldım. Kunut
okumadı. Ebu Bekir'in arkasında namaz kıldım o da kunut okumadı, Ömer'in
arkasında da namaz kıldım, o da kunut okumadı. Osman'ın arkasında da namaz
kıldım o da kunut okuma dı. Ali'nin arkasında da namaz kıldım, o da kunut
okumadı. Sonra şöyle dedi: Oğulcağızım o, bir bid'attir.
Bir görüşe göre de sabah
namazında her zaman, diğer namazlarda ise müslümanların başına bir musibet
geldiği vakit kunut okur. Bu görüşü, Şafii ve Taberi ifade etmiştir. Bir başka
görüşe göre kunut, sabah namazında müstehabtır. Bu görüş Şafii'den rivayet
edilmiştir. el-Hasen ve Suhnün ise kunut sünnettir, demişlerdir. Ali b.
Ziyad'ın Malik'ten kunutu kasti olarak terkedenin namazı iade edeceğine dair
naklettikleri rivayet bunu gerektirmektedir. Taberi ise, kunutu terketmenin,
namazı ifsad edici olmadığına dair icma bulunduğunu nakletmektedir.
el-Hasen'den nakledildiğine göre ise, kunutu terketmek, sehiv secdesi
gerektirir. Şafii'nin iki görüşünden birisi de budur. Darakutni ise, Said b. Abdülaziz'den,
sabah namazında kunut yapmayı unutan kimse hakkında sehiv secdesi yapar,
dediğini nakletmektedir, (Darakutni, II, 41)
Malik ise, rüküdan önce
kunut yapmayı tercih etmiştir. İshak'ın görüşü de budur. Yine Malik'ten,
rüküdan sonra kunut yapacağına dair rivayet yapılmıştır. Bu şekildeki kunut
dört halifeden de rivayet edilmiştir. Aynı zamanda bu Şafii, Ahmed ve İshak'ın
da görüşüdür. Ashab-ı Kiram'dan bir topluluktan ise bu hususta, namaz kılanın
muhayyer olduğunu ifade ettikleri görüşü rivayet edilmiştir. Darakutni de sahih
bir sened ile Enes'ten şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.)
dünyadan ayrılıncaya kadar sabah namazında kunut okumaya devam edip durdu.
(Darakutni, II, 41)
Ebu Davud da
"el-Merasil adlı eserinde, Halid b. Ebi İmran'dan şöyle dediğini
nakletmektedir: Resulullah.(s.a.v.) Mudarlılara beddua ederken, Cebrail ona
gelerek: "Sus" diye işaret etti, o da sustu. Daha sonra Cebrail şöyle
dedi: Ey Muhammed, şüphesiz ki Allah, seni, ne sövüp sayan, ne de lanet okuyan
birisi olarak göndermiştir. O, seni ancak bir rahmet olmak üzere gönderdi. Seni
bir azab olasın diye göndermedi. "Elinde emirden hiç bir şeyyok. Allah, ya
onların tevbelerini kabul eder yahud zalim oldukları için onları
azaplandırır." Daha sonra Cebrail Hz. peygamber'e şu kunutu öğreterek dedi
ki:
"Allah'ım, şüphesiz
biz, yalnız Senden yardım dileriz. Yalnız Senden mağfiret dileriz. Sana iman
eder, Sana zillet ve itaatle boyun eğeriz. Sana karşı nankörlük edenleri hal'
(iktidardan alaşağı) eder, terk ederiz. Allah'ım, yalnız Sana ibadet eder, Sana
namaz kılar ve secde ederiz. Sana doğru gelir, hizmetine koşarız. Rahmetini
umar ve kesin azabından korkarız. Şüphesiz Senin azabın kafirlere yetişir.''
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN